Karaincir dedikleri bir çıkmaz sokak...
İncirleri nerede bu bağların?
Bağ kalmamış ki kızgın tepelerde incir bitsin.
Yıl be yıl, insanlar kum ekmiş, çakıl ekmiş,
çimento ekmiş toprağa;
evler bitmiş sıra sıra, dizi dizi.
Birbirlerinin omzundan serinlemek için değil,
Şöyle bir görsünler de denizi,
yel vursun da ılgıt ılgıt arkalarından,
kızgın günleri “şöyle bir geçiriversinler” diye
uzanıvermişler.
Kapılarda begonviller,
yerini yurdunu şaşırmış palmiyeler.
Bir adam ahtapot döver kayalıklarda.
Öldürdüğü yetmez bu Tanrı kulunu,
bedene de işkence.
Köpürürmüş bir güzel, çiğ köfte misali,
Pişermiş et dövüle dövüle.
Ama ahtapota sormazlar,
“Dayağı sever misin?” diye.
Karaincir’in lokantaları
tek dizi gerdanlık, kıyı boyunda.
Bir yanda disko müziği,
güm be de güm çağırır turistleri;
beri yanda arabeskin nağmeleri ağlaya inleye,
kendini yırta yırta bağrını açar.
Hem disko çılgınlığı, hem arabesk yılgınlığı...
Bu ne tezattır a dostlar,
bir elle gülerek, bir elle ağıt yakarak
selamlamak gelenleri?
Sonbahar örtüsüne bürünen doğa,
Baharın çılgınlığını yaşıyor.
Bir kıraç tepe, denizin ortasında.
İnatçı mı inatçı.
“Üzerimde ot bitirirsem ne olayım!” diye
homurdana homurdana güneşleniyor.
Eteklerinde bir tutam söğüt,
geçmiş günlerin anısıyla
dertleşiyorlar, belki de her gece:
“Bu tepe ne tepeydi bir zamanlar!
Doğaya küstü de böyle oldu gariban.”
Küsecek ne var, a Canlar?
Burada herkes güneşle denizin kulu.
Ya birine secde eder, ya diğerine.
Rüzgâra da hakkını vermemiz gerek.
Güneşle denizi barıştıran da o,
kızıştıran da...
Kâh poyraz, karayel; kâh lodos...
Esmese bir an, görmese yüreğinin serinini;
denizin çölüyle kumun çölü,
kavurur lahzada kızgın hasırlarda
ibadet eden bedenleri .
20.05.86/12.00 - Karaincir
(Bodrum yöresinde ağaç halini alan kaktüslerin lezzetli ve vitamince zengin meyvelerine "karaincir" denmektedir.) |