YALIKAVAKLI DEĞİRMEN

 

Penceremden içeri a Dostlar,
bir yarım ay uzatır başını;
Uyudum mu, uyumadım mı” diye
fener tutar göz bebeklerime.
Bilmez ki,
hesabını yapmaktayım koca bir günün.
Bilmez ki,
her bir anı dürtükler beni.
 
Kâh Torba’nın çam ormanları eser tepemde,
   kâh Gölköy’ün kayalıkları şekil şekil:
Taştan gözcüler, tepelerden deniz gözleyen...
Bebeğini emziriyormuş da kadının biri,
   Hikmet-i Hüdâ, taş kesilivermiş...
İnsan soyunun atalarından bir orman adamı,
   düşünürmüş heybetli gövdesiyle,
      “Bu sarp kayaları nasıl inerim?” diye.
Öyle çok düşünmüş ki,
Aylar geçmiş, yıllar geçmiş, asırlar geçmiş...
Hâlâ da düşünür durur,
     granit dizlerine granit çenesini dayamış!
 
Oyma oyma kayalıklarda oyma oyma şatolar,
Rüzgârın gün ışığından gizli kotardığı.
Hey deli rüzgâr!
Ne zaman kurdun bu granit şatoları?
Hangi usta yetiştirdi seni,  
   hangi ekolden feyiz aldın?
Kimlere hazırladın da,
   gelmedi sahipleri?
Güneşi bir kez görmüş de,
   hayretten ağızları bir karış açılmış
     kaya mezarları;
     kayıp sahiplerinin yüzyıllardır yasını tutarlar
       gündüzleri, geceleri.
Saymakla bitmez Erenler, görmekle bitmez...
 
Bir köy: Geriş... Kartal Yuvası.
Yeşil yazma bağlamış tepelerin alnında
   bir beyaz hotoz!
Hani nerede Yalıkavak’ın kavakları?
Nerelere gizlemişler gövdelerini?
 
Bir değirmen vurmuş kıyıya.
Denizden değil ha, yanıltmasın kişiyi!
Dağlardan inmiş, düzü dolanmış da,
   unlu ellerini yıkamak için köpüklere daldırmış...
   ayaklarının sızısını serin sularda dinlendirmiş...
Varış o varış, kalış o kalış!
Kıyıya vurmuş bir değirmen bu, Ağalar,
   rüzgârın yönünü şaşırmış.
 
Tepelerdeki dostlarına
 el sallar gibi çıplak kanatları.
Yorgunluğunu atamamış,
 bezginliğini satamamış...
Bir umut bağlamış ki rüzgâra
 “alsın götürsün” diye, kandıramamış...
 
 
Hey bre Yalıkavaklı değirmmen!
Saksı çiçeği gibi elin yabanında işin ne?
Bıkmadın mı yolları gözlemekten?
Sıkılmadın mı dostlarını özlemekten?
Çürümedin mi, küflenmedin mi, erimedin mi
   böyle amaçsızca beklemekten?
 
Gün döner, devran döner, kanatlar dönmez...
Kanatlar kısır, kanatlar kırık...
Bir seçim yapamaz sağla deniz arasında.
Bakar da bekler,
Dağlar devrilip önüne gelsin” diye,
    gelmezler!
Yollar bükülüp doruklara ersin” diye,
    ermezler!
Dalgalar çıldırıp da gövdesini kaldırıp atsın” diye,
    atmazlar!
 
Kıyıdan dağlara nasıl bakılır bir ben bilirim, Erenler;
   bir de... bu değirmen!..
 
20.05.86/02.35-Turgutreis
 
Selma Mine
 
Öğrencilik yıllarında başladığı yazın hayatında, duygu ve psikolojik ağırlıklı romanları beğenilmiş ve Türkiye''nin yeni bir kadın romancı kazandığı görüşü ağırlık kazanmıştır.

Ancak, giderek özgün bir dalda kalemini kullanmak isteyen Selma MİNE, 1970'lerden itibaren Çocuk Edebiyatına ağırlık vermiştir. Bunun paralelinde Bilimkurgu öykü ve romanları devreye girer.

Denemeler ise 1980 sonlarında kendini göstermeye başlar. Yarı esprili, yarı felsefi ağırlıklı bu yazılar, aralıklı da olsa, zaman zaman okurlara ulaşmıştır.

Son dönemde ise, 2008'in Nasreddin Hoca yılı kabul edilmesiyle ilişkili olarak, bu ünlü espri ustasının fıkralarını yeniden yorumlamayı denemiştir. Bu öykülere:

www.nasreddinhocahikayelerim.com sitesinden ulaşmak olasıdır.
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol